Toplumsal ya da bireysel aydınlanma için, özgürlükten başka bir şeye ihtiyaç yoktur.
Özgürlük, bireylerin her istediğini yapması değil, kişinin aklını her konuda özgür kullanabilmesidir. Toplumsal aktörler özgür düşünce veya aklın özgürce kullanımına engel miydi?
Öğrenilmişlikler ve nesillerce aktarılarak doğruluğu olmayan yaptırımlar silsilesi, özgür akıl kullanımının önünde önyargı bariyerlerini oluşturur.
Değişimi isteyen birey, kendisi ile savaşırken aynı zamanda çevresinin dogmatik bilgileri, itaatkar düşünce ve davranışlarıyla da savaşmak zorundadır. Prangalarından kurtulmaya çalışan birey, bunu gerçekleştirdiğinde, özgür aklı kullanma serüvenine başlar.
Toplumsal dogmalarların oluşturduğu ön yargılar, kişilerin özgür düşüncelerinin önündeki engel haline gelir. Durumun vahimiyetinin farkına varamayan sözde bilgin cahiller, kişileri ve toplumları kendi düşünce sistemlerinde acımadan öldürürler.
Özgür düşüncenin önündeki engel; kişinin başkasının kılavuzluğunu kabul etmesidir. Vasii olmadan düşünceyi kullanma konusundaki kararlılığı ve cesaret yoksunluğunun olması ise kişinin tamamen kendi suçudur.
Kendilerini başkalarının rehberliğine bırakan kişiler için söylenebilecek en doğru düşünce, kişilerin yeterli erginliğe ulaşmamasıdır. Erginleşmemiş kişiler başkalarını kendilerine vasii olarak tayin ederler. Kendilerinin yapmaları gereken şeyleri, başkalarının düşünüp yapmasını beklerler. Başkalarının koruyuculuğunu kabul eden kişiler erginliğe ulaşacak yolun zahmetli ve son derece tehlikeli olduğunu düşünürler.
Kendi düşünce ve kararlarına sahip olamayan kişiler, başkalarının düşünceleriyle hareket ettiği için onların ön yargılarını taşımaya başlar. Ön yargılar, zihnin özgür kullanımını ve bireylerin özgür hareketini engeller.
Başkalarının, kendi davranış ve fikir yürütmelerine yönelik müdahalelerini doğal bir durum olarak kabul ederler. Kişilerin bu durumdan hoşlandıkları da söylenebilir. Aslında bu itaatkar davranışlarıyla kendilerine en büyük prangaları takmış olurlar.
Bireysel gelişimini tamamlamamış olanlar, ayaklarındaki prangalardan kurtulsa dahi bu sıçrayışta özgür olmayacaktır. Prangalarından kurtulup özgür düşünmeye ve aklındakini özgür olarak gerçekleştirmeye başlayan çok az insan vardır.
Sistem, genelde toplumun ve bireylerin aydınlanmasına karşıdır. Aydınlanmış toplumlar ve kişiler, sorgulamaya başlar. Sorgulayan; gelişir, gelişen insan bilgi sahibidir ve artık yeteri ergenliğe ulaşmış demektir. Boyun eğmezler ve etrafındaki insanlara doğru yolu göstermeye başlarlar. Diğer insanların kendi değerlerinin farkına varması; kendi başına düşünme ve özgür düşünceye nasıl sahip olması gerektiğini anlamaya başlayacaktır.
Aklını her konuda özgür olarak kullanan bireylere, itaat ettiremezsiniz.
Aklını özgür kullanan insan, bilgilerini paylaşırken öğrettiklerini irdelemeden düşünce aktarımını gerçekleştirmesi tamamen düşünsel felakete neden olur. Sadece düşüncenin var olması değil, uygulama ve kullanımının fayda sağlaması gerekmektedir.
Özgürlüğün önünde, bazı engellerin olması muhtemeldir. Bunlar kanunlar, inancın getirdikleri, tüzükler ve gerçekliği olmayan bilgiler gibi yaptırım kanallarıdır.
Aydınlanmayı insan türünden uzak tutmak için yapılan bazı sistematik çalışmalar; tamamen zaman dilimlerinde edilen bilgilerin, sonraki zaman dilimlerine genişletilerek, hatalardan arındırılarak, bir aydınlanma yolunun oluşturulmasına engel olacaktır.
Oluşturulan yasalar ve kanunlar tamamen halkın reddetme ve kabul etme durumlarına göre değişiklik göstermektedir. Aydınlanma yolundaki toplumsal aktörler mevcut durumların kendilerine yansıması ve bunlara itiraz etmeleri tamamen kendilerinin gelişmişlik ve sorgulayabilme gücüne bağlanır.
Bir insanın yaşamı boyunca sorgulayamayacağı bazı durumlar olacaktır. Yükümlü olduğu şeyi erteleyebilir, kendi aydınlanmasına ilişkin durumu da bir süreliğine erteleyebilir. Fakat aydınlanmada kendimiz veya gelecek kuşaklar için tamamen vazgeçmek, insan haklarını ve en önemlisi de kendi haklarına sahip olma gücünü ayaklar altına almış olacaktır.
Aydınlanma çağında yaşıyoruz. Fakat durum şu ki; insanların çoğu bir başkasının kılavuzluğu olmaksızın kendi akıllarına güvenerek doğru bir şekilde akıllarını kullanması için katedilmesi gereken daha çok yol olduğu görülmektedir.
Aydınlanmanın ana fikri; bireylerin, düşüncelerine ve gelişmeye yönelik heveslerinin olması onları erginliğe götürecektir. Kişiler, aydınlanmış karanlıktan korkmayan ve çevresindekileri bilgilendirebilen, geliştirebilen birer bilgin halini almaları aynı zamanda toplumsal gelişmeyi de sağlayacaktır.
Bireyin özgürlük derecesinin artması, kişinin düşünsel özgürlüğü için avantajlı görünür. Fakat kişisel olarak bu düşünceye sahip olması ve diğerlerinin aynı düşünceye gelmesi için çaba göstermemek tamamen paradoksal bir durum içine girmesine neden olacaktır. Bu özgür düşünüşün köreltilme süreci, kişinin yavaş yavaş halkın düşünce tarzına dönmesiyle sonlanacaktır.
Toplumsal aydınlanma, kişinin kendisinde yaptığı değişimle birlikte, etrafındakilere ve etrafındakilerinde diğerlerine ulaştırmasıyla toplumsal bir aydınlanma gerçekleşebilir.
Durum farklı bir şekilde ele alındığında kendi erginliğine kavuşmamış olan kişi, önderin körlük veya gerçekleri görmeyen tavırları nedeniyle doğruyu bulamamasına, doğruyu ve hakikati görmeyen bir lideri takip etmesi de kişinin kendi suçudur. Bu durumu kişinin korkaklığı olarak mı düşünmek gerekir yoksa önder olarak gördüğü kişinin olaylara kör ve kapalı yaklaşımı mı olduğunu idrak etmek gerekir. insanların büyük çoğunluğunun geldiği nokta; koşulsuz itaat et, çalış, sorgulama, öğren ve ezberle ama sorgulama, vatandaşlık görevlerini yerine getir fakat hangi davranış ve edimi neden yaptığını bilmeden ve sorgulamadan yap yani bir robot gibi hareket et. Bu tarzda yaptırımlar kişinin akılcı düşünceye sahip olma sürecindeyken önündeki özgürlüğüne engel olacaktır.
Halbuki bazı şeylerin değişebileceğini ve kişilerin uşaklık, cehalet, itaat eden, haydutluk kategorisinden çıkarak, kendilerini özgür akılla ifade edebilecekleri seviyeye getirebileceklerine inanmaları onların kurtuluşu olacaktır. İnanmak, dağları yerinden oynatabilir stratejik eylemlerle kişileri daha farklı noktaya taşıyabilir. Geçmişe bağlı kalmak ve doğruluğunu kaybetmiş bilgileri bugüne ve sonraki zamanlara taşımak tamamen cehaletin ürünüdür.
Kişi kendi bedeninde köle gömleği ile yaşıyorsa dışarıya yansıtabileceği şey özgürlük olamaz. Kişi her şeyden önce, akıl ile düşünülebilir özgürlüğünü kendi bedeninde, görkemli bir şekilde yaratması gerekir. Aklın özgür düşüncesini gerçekleştirmediği sürece kişiler tutsaklığa devam eder ve itaatkâr tavırlarından sıyrılamaz.
Kişi karanlıktaki yaşam serüveninde; nerede olduğunu, nereye gittiğini, ne yaptığını, nasıl bir çevreye sahip olduğunu göremez. Her adımda bir yerlere çarpma korkusu bir şeyleri bozma ya da mahvetme korkusu, dokunduğu şeylerden zarar görme korkusu, hata yapma, yanlış adım atma tehlikesi gibi düşüncelerle hareket ettiği sürece karanlıkta ışık yakabilme yetisine sahip olamayacaktır.
Kendi bedenindeki tutsaklığa hapsolmuş kişi, zihinsel meseleleri doğru bir şekilde yürütmenin de imkansız olduğunu düşünür. Farklı bakış açıları ve kendi farkındalığına sahip olma gücünü elde etmesi için; yeteri kadar bilgiye ve bu bilginin doğru kullanabileceğine dair iç gözünün görebildiği her şeyi, istisnasız olarak genişletmek zorundadır. Aksi takdirde inandığı bir aydınlanma ise; yapay olan her şey gibi, kişiye parlak bir güneş ışığı yansıtmayacaktır. Karanlık içinde kalan birey doğru karar alamadığı gibi hatalar silsilesinin bir parçası olarak kalacaktır.
Toplumumuzun en büyük problemlerinden biri; yeterli erginliğe ulaşmamış kişilerin soru sorma becerilerini elde edememesidir. Bilginiz yetersiz ise kavramlar, yargılar ve görüşler üzerinde sorgulama yapma şansına da sahip olamazsınız. İnsanlar arasında hakikat olarak aktarılan düşüncelerin bir kısmı gerçekliğini yitirmiş ve doğruluğu şüpheli düşüncelerdir.
Düşünceleri karanlığı dağıtan ve dağıtabilecek bilgi birikimine sahip olan, aklın özgür durum ve davranışlarını yerine getirebilen kişilerden korkulmaz. Bunlardan korkanlar sadece bu kişilerin ve toplumların karanlıkta kalmasını isteyen kişilerdir.
İyi ya da kötü bir ruh yoktur, o ruhları buna teşvik eden tamamen karanlığın elçileridir. Karanlıktan nemalananlar zihinlerin aydınlığa çıkmasını her zaman engellemek isterler. Toplumsal özgürlükler zihinlerin aydınlatılması, insanların yapıp ettiklerinin bir tekel ya da bir loncanın kaygısında olması karanlık güç sahiplerinin her zaman kontrolündedir.
Her şey daha parlak hale geldiğinde; düşünen, sorgulayan, ışığı arzulayan insanların sayısı giderek artacaktır. Faydalı bilgilere ulaşmaya yönelik istek, insan doğasını değiştirecek ve tüm zümrelerin kendi haklarını arama dürtüsünü beraberinde getirecektir.
Toplumsal değişim ve toplumsal aydınlanma da bu şekilde gerçekleşir.